ORTADOĞU’DA KANAYAN YARA VE İNSANLIK VİCDANI
Ortadoğu coğrafyası, insanlık tarihinin en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış; kültürü, zenginliği ve çeşitliliği ile yüzyıllarca bir cazibe merkezi olmuştur. Ancak bugün, bu kadim topraklar ne yazık ki kanla, gözyaşıyla ve acıyla anılmaktadır. Suriye’nin dört bir yanında yükselen dumanlar, insanlık onurunun sorgulandığı bir tabloyu gözler önüne sermektedir. Mazlum halklar, emperyalist güçlerin çıkar çatışmalarında ezilirken, adalet arayışı ve insan hakları adeta yitip gitmiştir.
Suriye, kendi halkının özgürce nefes alabileceği bir vatan olmaktan çıkmış, adeta bir satranç tahtasına dönmüştür. Sömürgeci devletler, bu toprakları bir ganimet gibi görüp kendi güçlerini sergilemek için ölüm saçan hamleler yaparken, zavallı halk ise kendi kaderine terk edilmiştir. İsrail’in fırsat buldukça Suriye’ye düzenlediği hava saldırıları ve bu saldırıların mazlum halklar üzerinde yarattığı derin yaralar, ne yazık ki uluslararası arenada görmezden gelinmektedir. Türkiye’nin izlediği yanlış dış politika ise bu karmaşayı daha da derinleştirmiş, barış yerine çatışmalara kapı aralamıştır. BOP adım adım işliyor ve Erdoğan bir konuşmasında BOP’ un eş başkanı olduğunu da itiraf etmiştir.
Oysa insan yaşamı kutsaldır; her birey, diline, dinine, milletine bakılmaksızın, onurlu bir hayatı hak eder. Savaşın yıkıcı etkisi altında ezilen çocukların gözlerindeki korku, annelerin sessiz çığlıkları ve babaların çaresizce tükenen umutları, yalnızca Suriye’nin değil, tüm insanlığın vicdanına dokunmalıdır. Bu ağır tablo karşısında dünyanın tüm ülkelerinin el ele vermesi, bu acılara son vermek için gerçek bir irade ortaya koyması gerekmektedir. İnsan hakları sadece kâğıt üzerinde kalan soyut bir kavram değil, hayatın ta kendisi olmalıdır.
Türkiye, sığınanlara kucak açmıştır. Ancak bugün milyonlarca mültecinin ülkemizde yaşadığı zor koşullar, hem onların hem de Türkiye halkının ağır bir yük altında ezilmesine neden olmaktadır. Sığınmacılar, en temel haklarından bile yoksunken, Türk halkı da kendi geleceği konusunda endişe duymaktadır. Oysa çözüm, mazlum halkların kendi topraklarında huzur içinde yaşayabileceği bir düzen kurulmasıdır. Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması, savaşın son bulması ve uluslararası destekle yeniden inşanın başlaması gerekmektedir. Mültecilerin kendi yurtlarına, barış ve güven içinde dönebilmeleri, onların da en temel hakkıdır.
Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamak, iyi komşuluk ilişkilerini yeniden inşa etmek ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine sadık kalmak, bu coğrafyada istikrarın anahtarı olacaktır. Ancak bu, yalnızca hükümetlerin değil, tüm insanlığın ortak bir sorumluluğu olmalıdır. Çünkü savaşların yarattığı yıkımı tamir etmek, yalnızca toprakları değil, insanlık onurunu da kurtarmaktır.
Ülkemizin önceliği, vatandaşlarımızın sağlığını, eğitimini ve refahını güvence altına almaktır. Türk halkı, her türlü fedakârlığı yapmıştır; ancak bu fedakârlık, kendi çocuklarının geleceğini tehlikeye atacak boyutlara ulaşmamalıdır. İnsanımızın huzur içinde yaşaması, çocuklarının kaliteli bir eğitim alması, gençlerin iş bulabileceği ve hayallerini gerçekleştirebileceği bir ortam sağlanması, devletin asli görevidir.
Ortadoğu’da akan kanın durması, emperyalist güçlerin çıkar oyunlarının bozulması ve barışın yeniden yeşermesi için insanlık vicdanının uyanması gerekiyor. Unutmayalım ki bir çocuğun gözyaşı, tüm silahların gücünden daha ağırdır. Bir annenin yüreğindeki acı, dünyanın en güçlü devletlerini sorgulatacak kadar derindir. İnsanlık, bu sınavı geçmek zorundadır. Çünkü barış, sadece bir ideal değil, varoluşumuzun tek gerçek yoludur.
Yaşasın barış!
Yaşasın hakların kardeşliği!
Kahrolsun emperyalizm ve kahrolsun faşizm!
ADİL AKTAŞ