BİR YOL HİKAYESİ ( KAVRE KAME )
Sabahın erken saatlerinde, güneş daha yeni ufukta belirmişken, gezgin hoca Fikri ve yol arkadaşı Adil, Malatya’dan yola çıkmışlardı. Hedefleri Yama Dağı'nın zirvesiydi. Çünkü her yıl geleneksel olarak düzenlenen “ YAMA DAĞI ŞENLİKLERİNE “ katılacaklardı. Sabahın ilk ışıkları Beydağı’nın zirvesinden Malatya’ya göz kırparken yola koyuldular. Arabalarıyla Hekimhan ve Hasançelebi üzerinden ilerlerken, yol boyunca uzanan yemyeşil bitki örtüsü ve çeşit çeşit çiçekler, adeta bir tabloyu andırıyordu. Fikri Demirtaş Hoca, doğanın bu güzelliklerini anlatarak yolculuğu daha da keyifli hale getiriyordu.
Yama Dağı'na doğru tırmanışa başladıklarında, manzara giderek daha da etkileyici hale gelmeye başladı. Dağın zirvesine yaklaştıklarında, Fikri Hoca arabayı durdurdu ve hep birlikte dışarıya çıktılar. Karşılarında uzanan manzara, nefes kesiciydi. Dağların arasında parıldayan küçük göletler, etrafta uçuşan rengârenk kelebekler ve etrafı saran meşe ve ardıç ağaçlarının mis gibi kokusu, hepsini büyülemişti. Bir müddet sessizce zirvenin keyfini çıkararak kuşların, kartalların seslerini dinlemeye koyuldular. Bu arada rüzgâr hafiften esiyor ve uzaklardaki dağ bitkilerinin kokusunu olanca cömertliğiyle sunuyordu.
Zirveye ulaştıklarında, bir çeşme keşfettiler. Buz gibi akan suyun sesi, doğanın diğer seslerine karışarak huzur verici bir melodi oluşturuyordu. Çeşmenin etrafında oturup dinlenmeye karar verdiler. Çeşmenin serin sularından kana kana içtikten sonra, etrafta biraz dolaşmak istediler.
Ancak, yürüyüşleri sırasında karşılaştıkları manzara onları hayal kırıklığına uğrattı. Çeşit çeşit ambalaj atıkları, plastik şişeler, poşetler, doğanın güzelliklerini adeta gölgeliyordu. Adil Hoca, yere atılmış plastik bir şişeyi göstererek Fikri Hocaya sordu, "Öğretmenim, neden insanlar bu kadar güzel bir yeri kirletiyor?"
Fikri Hoca, derin bir nefes aldı ve Adil Hocaya döndü. " Öğretmenim bazı insanlar, doğanın değerini anlamıyorlar. Doğa bizden hiçbir şeyini esirgemiyorken ve bize bu güzellikleri sunarken, biz de ona saygı göstermeliyiz, maalesef bu konuda hepimiz yanlış davranıyor ve doğayı kirletiyoruz" dedi.
Adil Hoca, Fikri Hocanın sözlerinden etkilenmişti. "O zaman biz de burayı temizleyelim mi?" diye sordu.
Fikri Hoca, Adil Hocanın bu isteğini memnuniyetle karşıladı. Yanlarında getirdikleri torbaları çıkartarak, çevredeki çöpleri toplamaya başladılar. Her biri, doğaya olan sevgilerini bu küçük ama anlamlı hareketle göstermeye çalışıyordu. Yerdeki her bir çöp parçasını topladıkça, doğanın gerçek güzelliği yeniden ortaya çıkıyordu.
Temizlik işini bitirdiklerinde, iki dost birlikte, yeniden çeşmenin başına döndüler. Adil Hoca, Fikri Hocaya dönerek, "Doğa, bize ne kadar güzel olduğunu hatırlattı. Şimdi bizim görevimiz, bu güzellikleri korumak ve gelecek nesillere aktarmak," dedi.
O gün, iki dost, doğayla daha da yakınlaşmış ve çevre bilinci konusunda önemli bir ders almışlardı. Yama Dağı'nın zirvesinde, doğanın sunduğu bu eşsiz güzellikler içinde vakit geçirirken, doğayı korumanın önemini bir kez daha anlamışlardı.
Yolculuklarının bu noktasında, zirvenin hemen ötesinde uzanan muhteşem kaya silsilesi, Kavre Kame de, onları bekliyordu. Yerel halk arasında efsaneleşmiş bu kayalıklar, doğanın gücü ve güzelliğini gözler önüne seren bir anıt gibiydi.
Sabahın ilk ışıkları, dağın zirvesine vardıklarında Kavre Kame'nin üzerine vuruyordu. Kaya silsilesinin keskin hatları, gün ışığı altında altın gibi parıldıyordu. Fikri Hoca, "İşte burası, Kavre Kame. Yüzyıllardır burada duruyor ve her mevsim, her fırtınada bu dağların bekçisi gibi nöbet tutuyor," dedi.
Adil Hoca, büyük bir merakla çeşme başında bulunan ve o coğrafyadan oldukları her haliyle belli olan yaşlı Dedeye sordu, "Piro, bu kayaların bir hikâyesi var mı?"
Piro, gülümseyerek Adil Hocanın sorusunu yanıtladı. "Elbette var. Eskiden bu dağlarda yaşayan yaşlı bir bilge varmış. Adı Kamber Dede'ymiş. Kamber Dede, dağın ruhunu anladığı ve doğayla uyum içinde yaşadığı için köyde çok saygı görürmüş. Bir gün, köyü büyük bir fırtına tehdit etmiş. Kamber Dede, fırtınanın köyü yok etmesini engellemek için dağa tırmanmış ve Tanrı'ya dua etmiş. Tanrı, onun duasını kabul etmiş ve Kamber Dede'yi, köyü koruması için bu kayaları oraya yerleştirmiş. O günden beri, bu kayalar, köyü ve doğayı koruyan birer nöbetçi olarak burada dururlar."
Bu hikâye, Fikri ve Adil Hoca üzerinde derin bir etki bırakmıştı. Kavre Kame'nin etrafında dolaşırken, her bir kayayı dikkatle inceliyorlardı. Kayaların yüzeyinde, yüzyılların izlerini taşıyan küçük oyuklar ve çatlaklar vardı. Bu izler, doğanın zamanla yarattığı sanatı temsil ediyordu. Bu mitolojik kayanın anısına onun taşlarından birer parçayı saklamak üzere aldılar. Kavre Kame’ yi selamladılar. Sanki Kavre Kame de onları selamlar ve uğurlar gibi üzerinde yaşayan canlarla el sallıyordu. Malatya ovasına doğru süzülerek inmeye başladılar. Malatya’ya vardıklarında güneş batmak üzereydi.
Bulutlarla yoldaştır, rüzgârla kardeştir dağlar. Özgürlüktür dağlar, dosttur, başına bir şey gelirse seni koruyacak ve sığınacak mekândır dağlar.
Dağlar hazin dağlarımız
Yüzü serin dağlarımız.
Kurda, kuşa yuva olur
Dağlar bizim dağlarımız.
ADİL AKTAŞ/ MALATYA